“Gençlik yaşlanır, olgunlaşmamışlık aşılır, cehalet eğitilebilir ve sarhoşluk ayıltılabilir; ama aptallık sonsuza dek sürer.”
— Aristoteles’e atfedilen bu söz, insanlık tarihinin en ağır ama en doğru tespitlerinden biri olabilir.
Zaman geçtikçe birçok şey değişir: İnsanlar olgunlaşır, hatalardan ders çıkarır, gençliğin kör cesareti yerini daha dengeli bir bakışa bırakır. Eğitim, cehaleti yener; zaman, deneyimsizliği törpüler; hatta sarhoşluk bile bir gecede geçer. Ancak bir şey vardır ki, değişmesi neredeyse imkânsızdır: Aptallık. Çünkü aptallık bir bilgi eksikliği değil, zihinsel bir tercih, bir inat, bir yaşam biçimidir.
Bu yazı, sıradan bir “aptal kimdir?” tartışması olmayacak. Daha fazlasını yapmaya çalışacağım: Aptallığın doğasını, bireysel ve toplumsal etkilerini, neden bu kadar kalıcı olduğunu ve nasıl mücadele edilebileceğini felsefi, sosyolojik, tarihsel ve psikolojik açılardan ele alacağım. Çünkü artık sorunu adlandırmak değil, anlamak ve çözüm üretmek gerekiyor.
Aptallık: Kavramın Çerçevesi
Öncelikle şu soruyu sormalıyız: Aptallık tam olarak nedir? Günlük dilde bu kelime çoğunlukla bir hakaret aracı olarak kullanılır. “Aptal” dediğimiz kişi, genellikle yanlış kararlar veren, saçma davranışlarda bulunan ya da algısı yavaş bir birey olarak resmedilir. Ancak bu tanım yeterince derin değildir. Çünkü aptallık, salt zekâ eksikliği değildir.
Alman yazar Dietrich Bonhoeffer, Nazizm döneminde kaleme aldığı “Aptallık Üzerine” başlıklı denemesinde şöyle der:
“Aptallık, kötülükten çok daha tehlikelidir. Kötülüğe karşı protesto edebilirsin, onu açığa çıkarabilir, gerekirse güç kullanarak engelleyebilirsin. Kötülüğün içinde daima bir kendini ifşa etme vardır. Ama aptallığa karşı hiçbir savunma yoktur. Onu ikna etmeye çalışmak faydasızdır. Gerçeklere dayanarak tartışmaya çalışmak beyhudedir. Çünkü aptal kişi, gerçekleri reddetmekle kalmaz, onları kendi kurgusuna göre yeniden yorumlar.”
Bu alıntı, aptallığın en tehlikeli özelliğini açıkça ortaya koyar: Değişmeyi reddetme. Aptal kişi, yalnızca yanlış düşünmez; aynı zamanda doğruyu da inatla reddeder. Aptallık, zihinsel bir donukluk halidir. Bilgiyi içselleştirememe, eleştirel düşünememe, fikir değiştirememe durumudur. Ve bu yüzden, zekâsı yüksek birçok insan da aptal olabilir.
Cehalet Mi, Aptallık Mı?
Cehaletle aptallık çoğu zaman karıştırılır. Oysa bu ikisi çok farklıdır. Cehalet, bir eksikliktir. Cahil kişi bir şey bilmez ama öğrenmeye açıksa bu sorun ortadan kalkabilir. Bir kitap, bir konuşma, bir gözlem bile cehaleti azaltabilir. Aptallık ise farklıdır. Aptal kişi çoğu zaman bildiğini sanır, hatta kesin olarak bildiğine inanır. Öğrenmeye direnir. Cahil soru sormaya açıktır; aptal ise sorulardan rahatsız olur. Cehalet geçici, aptallık ise kalıcıdır.
Bugünün bilgi çağında cehalet bile giderek masumlaşmaktadır. Herkesin cebinde sonsuz bilgi kaynağı olan bir cihaz varken cahil kalmak bile artık bir tercihtir. Ancak aptallık, cehaletten bir adım daha ötededir. O, gerçeğin varlığını bile inkâr eder. Hatta bazen, “ben böyleyim” diyerek bunu bir gurur meselesine dönüştürür.
Aptallığın Sosyolojik Boyutu
Aptallık bireysel bir sorun gibi görünse de, kolektif hale geldiğinde çok daha yıkıcıdır. Toplumsal aptallık, propagandaya, popülizme, ayrımcılığa ve dogmatizme zemin hazırlar. Kitleler, düşünmeyi bıraktığında, kolay yönlendirilir. Bugün dünyada otoriterliğin yeniden yükselişe geçmesinin en önemli sebeplerinden biri de budur: İnsanlar düşünmeyi bir yük olarak görmeye başladılar.
Ünlü düşünür Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kavramı, aslında aptallığın kolektif boyutuyla yakından ilişkilidir. Arendt’e göre, insanlar düşünmeyi bıraktığında, en büyük kötülükler bile sıradanlaşabilir. Naziler, sadece kötü oldukları için değil, düşünmeyi bıraktıkları için bu kadar zalimleştiler.
Sosyal medyada, dizilerde, reklamcılıkta, hatta eğitim sisteminde bile “düşünme, hisset” ya da “sorgulama, inan” mesajları verilmekte. Bu kültürel eğilim, bireyleri değil, sürüleri besliyor. Aptallık, böyle ortamlarda çoğalıyor. Çünkü düşünmeyen birey, sadece bir hedef değil; aynı zamanda bir araçtır. Kendi düşünmeyen, başkasının propagandasını yayar. Bu, modern çağın en tehlikeli zincir reaksiyonudur.
Tarihten Dersler: Aptallığın Yıkıcı Gücü
Tarihte büyük felaketlerin pek çoğu, aptallığın doğrudan ya da dolaylı bir sonucudur. Hitler’in yükselişi, sadece onun hırsıyla açıklanamaz. Ona destek veren milyonların, düşünmeyen, sorgulamayan, kitle psikolojisine teslim olmuş bir zihin halinde olması gerekirdi. Aynı şekilde, Orta Çağ'daki Engizisyon mahkemeleri, bilim insanlarının yakılması, kadınların cadı diye linç edilmesi gibi olaylar da birer kolektif aptallık örneğidir.
Aptallık sadece geçmişte kalmadı; bugün de farklı maskelerle aramızda dolaşıyor. Komplo teorileri, bilim düşmanlığı, düz dünya inancı, aşı karşıtlığı gibi akımların bu kadar yaygınlaşmasının ardında, insanların gerçeklerden değil, kolay inançlardan beslenme arzusu yatıyor. Çünkü düşünmek çaba gerektirir; inanmak ise rahatlatıcıdır.
Psikoloji Ne Diyor?
Psikoloji, aptallığın bir hastalık değil, bir zihin durumu olduğunu söylüyor. Zekâ ile düşünme becerisi arasında doğrudan bir bağ yok. Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman, insan zihnini “Hızlı ve Yavaş Düşünme” adlı eserinde iki sisteme ayırır: Sistem 1 hızlı, sezgisel, duygusal; Sistem 2 ise yavaş, analitik ve eleştireldir. Aptallık çoğunlukla Sistem 1’in aşırı kullanımından kaynaklanır. İnsanlar düşünmeden tepki verir, refleksle karar alır, alışkanlıkla konuşur.
Kahneman’a göre çoğu insan, zeki olsa bile Sistem 2’yi devreye sokmaz. Çünkü zihin, enerji tasarrufu yapmayı sever. Aptallık, işte bu tembellikten doğar: Düşünmemeyi alışkanlık haline getirmek. Uzun vadeli düşünce yerine kısa vadeli hazları tercih etmek. Ve nihayetinde, kendi zihinsel hapishanesini inşa etmek.
Aptallıkla Nasıl Mücadele Edilir?
Öncelikle şu kabul edilmeli: Aptallıkla mücadele hakaretle değil, eğitimle olur. Birini aptal olmakla suçlamak, onu aptallığından çıkarmak bir yana, daha da derinleştirir. Çünkü aptal kişi hakareti düşmanlık olarak görür ve daha da kapanır. Oysa yapılması gereken, merak duygusunu canlandırmak, sorgulama alışkanlığı kazandırmak, bireyi konfor alanından çıkarmaktır.
Eleştirel düşünme eğitimi bu konuda kilit rol oynar. Eğitim sistemleri, ezberden çok sorgulamaya; sınavdan çok tartışmaya dayalı hale gelmeli. Medya okuryazarlığı yaygınlaştırılmalı. Genç kuşaklara her duyduklarına değil, her duyduklarını sorgulamaya açık bir zihin yapısı kazandırılmalı. Ve belki de en önemlisi, bireylere düşünmenin zahmet değil, özgürlük olduğunu göstermek gerekiyor.
Son Söz: Sonsuzluk İçinde Bir Direniş
Aptallık sonsuz gibi görünür; çünkü kolaydır, rahattır, bulaşıcıdır. Ama bu, onun kader olduğu anlamına gelmez. İnsan, düşündüğü sürece insandır. Sorguladığı sürece özgür, öğrenmeye açık olduğu sürece umutludur.
Bugün yaşadığımız krizler, savaşlar, ayrımcılıklar, cehalet patlamaları... Hepsinin temelinde aynı şey yatıyor: Düşünmeyi reddetmek. Ama unutmayalım: Zihinler açıldığında, en karanlık dönemler bile sona erer.
Aptallıkla mücadele, insan olma mücadelesidir. Ve bu mücadelede en büyük silahımız ne zekâ, ne bilgi… Cesarettir. Çünkü düşünmek cesaret ister. Fikrini değiştirmek cesaret ister. Konfor alanından çıkmak, kendi cehaletiyle yüzleşmek cesaret ister. Ama bu cesareti gösterdiğimizde, belki de sonsuz sandığımız aptallığı yavaş yavaş aşmaya başlayabiliriz.
Çünkü düşünmek, özgürleştirir. Ve özgürlük, en güçlü panzehirdir. Ahmet TEKİN

Genel Yayın Yönetmeni